SAYFALARIM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ahirete giden gelen var mı?
|
|
 |
Günlük hayatımızda, ahiretin varlığı hakkında derinliğine nüfuz edilmeyince zorlandığımız sorularla karşılaşırız. Bunlar "Görmediğime inanmam" safsatasının arkasına sığınan materyalistlerin bir iman vadisini daha inkar için kullandıkları, devrini çoktan kapamış hezeyanlardır.
Evet, insan akıl ve mantığının bir hadiseyi halihazır için kabullenip de onu istikbal için inkar etmesinden daha korkunç bir tezat düşünülemez. Yani aslında ahiretin varlığına delil olarak içinde yaşadığımız hayat kafidir. İkinci bir hayatın varlığını inkar edenler, içinde yaşadıkları hayatı inkar edebilirler mi? Edemezler.
Çünkü; bir kumandanın hiç yoktan bir orduyu toplayıp emri altına alması mı daha kolaydır, yoksa vazifesini öğrenmiş birbiriyle tanışmış ve istirahat için dağılmış bir orduyu teşkil eden askerleri tekrar boru sesiyle bir araya getirmesi mi daha kolaydır? Hangisi? Elbette ikincisi. Bu misal gibi, Rabbimiz bizi yokluk karanlıklarından çıkarıp pırıl pırıl bir alemde hayat dediğimiz nimeti vermiş olduğuna göre, ölünce aynı işin bir kere daha tekrarlanması nasıl imkansız olabilir. Üstelik birincisine göre daha kolay değil midir?
Hem bir yerden veya bir şeyden haber vermek için o yere gitmek veya o şeyi mutlaka gözümüzle görmek mi gerekir? Astronomi ilmi bize yıldızlardan, galaksilerden, bahsetmektedir. Uzayda hala ışığı bize ulaşamayan nice yıldızlar vardır. Peki buralara kim gidip kim gelmiştir?
Bu konu ile alakalı olarak Bediüzzaman Hazretleri "Perde-i gayb içindeki alem-i ahirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kainatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp, tayin edelim. Ahiret alemine ait menziller bu dünyevi gözümüzle görülmez" der.
Bu dünyanın ölçülerine göre çalışan insan aklı, her ne kadar mahiyet ve ölçüleri başka olan bir alemi hakkiyle idrakten aciz ise de, varlığı hakkında hadsiz deliller olup ispat edildiği için ahireti mümkün görmektedir. Aklen mümkün olan bir şeyin varlığı da haber yoluyla tahakkuk eder. Bütün peygamberler ve kitaplar ahiretin varlığını haber vermiş ve insanın öldükten sonra tekrar dirilerek, bu dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekileceğini ihbar etmişlerdir. Hele mukaddes kitabımızda da ahiret hayatı, dünya hayatından bazı misaller, bir takım teşbihler getirilerek en mükemmel bir tarzda anlatılmıştır. Bu da ahiretin, Cennet ve Cehennem menzillerinin dünyaya benzediğinden değil, başka türlü tam manasıyla bu hakikati anlamamız mümkün olmadığındandır.
Üstelik Efendimiz (s.a.v.) de, Miraç Gecesi'nde gidip görmüş ve gelip haber vermiştir. Şimdi varlığı hakkında bu kadar sağlam deliller sıraladıktan sonra inkar edenlere soruyoruz. Siz nereye gidip baktınız da göremediğinizden dolayı yokluğuna hükmediyorsunuz? Deliliniz nedir? Madem inkar ediyorsunuz, inkarınıza delil getirmek mecburiyetindesiniz. Yok, yok demek neyi halleder?
İzah ve ispat edenlerin ciltler dolusu bilgiler verip şüpheleri defettikleri bir davanın, güneş gibi açık bir hakikatin karşısında inkar ile gözlerini kapayanlar ancak kendilerine gündüzü gece yaparlar.
|
Kalıcı Bağlantı (0) Yorumunuzu eklemeyi unutmayın!
19/3/2007 · Kategori: Ahiret
Amel defteri üzerine
İzmir’den okurumuz: “Amel defteri ne demektir? Nasıl bir defterdir? Önemi nedir?”
|
İnsanın ömrü boyunca işlediği iyi-kötü amellerinin yazıldığı manevî defter demektir. Başka bir ifadeyle; yazıcı meleklerce tutulan insanın davranışlar kütüğü, ya da insanın yaşadığı bütün hayatın ayrıntılarıyla kaydedildiği ana defter veya insanın kendi davranışlarıyla yazılan ve mahşer günü için esas tutulan büyük defter.
Kur’ân’a göre, kendilerine Kirâmen Kâtibîn denilen şerefli melekler insanın her yaptığını bilip1 kayda almaktadırlar. Bu melekler insanla birlikte bulunmakta, insanın sağında ve solunda oturmakta ve insanın söylediği her sözü zabta geçirmektedirler.2
İnsanın ömür boyu yaptıklarıyla yazılıp doldurulan amel defteri Mahşer gününde insana sağından, solundan veya arkasından verilebiliyor. Amel defteri sağından verilenlerin hesabı çok çabuk görülüyor; bunlar ailelerinin ve yakınlarının yanına sevinçle dönüyorlar.3 “Alın!” derler, “Okuyun kitabımı! Ben, gerçekten hesaba uğrayacağıma inanmıştım.” Bu kimseler pek hoş bir hayata adım atıyorlar. Yüksek bir Cennetin içindedirler. Yanı başlarında Cennetin meyveleri salkım salkımdır. Kendilerine, “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza mükâfat olarak yiyin ve için!” deniliyor.4
Kur’ân-ı Kerîm’e göre, bir kısım insanların da amel defterleri solundan veya arkasından verilecektir. Bu kimseler, dünyada âhireti unutup zevk ve eğlence içinde bulunanlar, dirilip Allah’a döneceklerine inanmayanlardır. Bunlar amel defterleri kendilerine arkalarından verilince, “Eyvah; mahvoldum!” diye bağırırlar ve çılgın alevli bir Cehenneme girerler.5
Amel defteri solundan verilen kimseler de, “Keşke, kitabım bana verilmeseydi! Hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölüm her şeyi bitirmiş olsaydı! Malım bana fayda vermedi. Gücüm kuvvetim kaybolup gitti” derler. Bunlar Şanı büyük olan Allah’a inanmayan ve yoksulları doyurmayan kimselerdir. Orada bu kimselere: “Tutun, bağlayın onu! Sonra, Cehenneme atın! Sonra da, yetmiş arşın zincire vurun!” denir. Bu kimseler için artık ne bir candan dost vardır, ne de kanlı irinden başka bir içecek! Çünkü bunlar kâfirdirler ve bilerek günah işlemişlerdir.6
Tohumların ve çekirdeklerin baharın amel defterinin sayfaları hükmünde olduğunu ve içindeki programların ikinci baharda yeniden, daha parlak ve daha alımlı bir biçimde neşredildiğini vurgulayan Bediüzzaman Said Nursî, insanın hayatının neticesi olan amel defterinin de insanın hizmetine ve ibadetine çok büyük sevap verilmek ve işledikleri günahların hesabı sorulmak üzere muhafaza edildiğini ve mahşer gününde neşredileceğini kaydeder.7
Bediüzzaman’a göre Cenâb-ı Hakkın Âdil, Hakîm8, Hafîz ve Rakîb9 isimleri insan için amel defteri tutulmasını ve yaptıklarının harfiyen yazılmasını gerekli ve hattâ zorunlu kılmaktadır. Nitekim koca baharın çiçekli meyveli bütün bitkilerinin amel defterleri eksiksizce tohumlarında yazılmakta ve ikinci bir baharda onlara göre eşsiz bir muhasebe içinde sayfa sayfa neşredilmektedir. Böylece kocaman diğer bir baharın, önceki baharı aratmayacak derecede yeryüzünü kaplaması Cenâb-ı Hakkın Hafîz isminin ne derece şiddetle tecelli halinde bulunduğunu göstermektedir.
Anlaşılıyor ki, Cenâb-ı Hak, mülkünde cereyan eden her şeyin yazılmasına ve zabt edilmesine çok büyük önem veriyor. Öyle ki, en küçük bir olayı, en ufak bir hizmeti küçük görmüyor; yazıyor, yazdırıyor. Mülkünde gerçekleşen her şeyin sûretini, yaşanan her olayın bütün ayrıntılarını çok çeşitli araçlarla muhafaza ediyor.
Hafîz isminin bu yüksek tecellisi gösteriyor ki, insan için ehemmiyetli bir amel muhasebe defteri açılacak, mahiyetçe en büyük, en şanlı ve en şerefli olan insanın büyük olan amelleri, mühim olan fiilleri, mühim bir hesap ve mizana girecek. İnsanın amel sayfaları neşredilecek.
Âhiret işlerinde iş birliği yapmanın ve cemaatleşmenin, amel defterine daha fazla hayır ve sevap yazdıracağını beyan eden Bediüzzaman Said Nursî, bunu ticaret şirketlerinin katlamalı kazançlarıyla izah eder. Fakat bir fark vardır: Ticaret şirketlerinde kazanç ortak sayısına bölünür ve her birisine sermayesi oranında bir kazanç verilir. Âhiret işlerinde ise sevapların ve manevî kazançların tamamı uhuvvet ve kardeşlik bağlarıyla bağlanan ve hayır işlerinde yardımlaşan her bir mü’mine bölünmeden ve eksiksiz verilir.10
Bediüzzaman; eksiksiz yaşadığı her ânın kaydı tutulan insanın kabre girip rahatla yatmasının, uyandırılmamasının, yokluğa gidip kaçmasının, toprağa girip saklanmasının, küçük-büyük her amelinden suâl edilmemesinin, mahşere gitmemesinin ve mahkeme-i kübrâyı görmemesinin mümkün olmadığını bildiriyor.11
HAŞİYE:
1- İnfitar Sûresi, 82/11-12
2- Kaf Sûresi, 50/17, 18
3- İnşikak Sûresi, 84/7,8, 9
4- Hâkka Sûresi, 69/19-24; İsrâ Sûresi, 17/71
5- İnşikak Sûresi, 84/ 10-15
6- Hâkka Sûresi, 69/25-37
7- Mektûbât
8- Sözler
9- Sözler
10- Lem’alar
11- Sözler
Kalıcı Bağlantı (0) Yorumunuzu eklemeyi unutmayın!
27/2/2007 · Kategori: Ahiret
Cehennem - Sonsuz Ateşe Savruluş
Evren zikir ve şükür için yaratılmıştı. Bu yüzden her beden, kendi özel diliyle Allah’ı anıp şükretmektedir. Ama, İnsanların kimisi huzur ve sağlıkta;kimisi ise sadece musibetlere bulaşınca şükredebildiler. Cennet, huzurda bile şükrü başaranların vatanıdır. İnkarcılar sadece felaketlerde Yaratanı hatırladır. Mevlana, bu tutumları yüzünden, cehennemin inkarcıların ibadethanesi olduğunu belirtir.(1)
Arabi, cehennemlikleri dörde gruplandırır :
(a) Yaratıcının varlığını reddedenler;
(b) Kendilerini tanrı yerine koyarak asıp kesen liderler;
(c) Sebepleri , doğa yasaları, insanları ve heykel gibi şeyleri Yaratıcıya ortak koşanlar;
(d) İnkar ettikleri halde inanıyormuş görüntüsü verenler. (2)
Yaratıcıdan ve temsilcilerinden nefret edenler, “Evren yaratıcısız kalsın” diyerek, akıllar, deliller aradılar;temelsiz teorileri benimsetmeye uğraştılar. “İnsanlar maymunlardan doğdu, onları da böcekler, tırtıllar yarattı.”deyip durdular.İlahi mesajları inkar ettiler de, sonsuzluk vatanı olarak cehennemi seçtiler.(3)
Allah inkarcıları her zaman bağışlamak istedi; ama, pişman olup , ezeli kudrete boyun eğmediler.Onlar, kurtuluşu verip sapmayı, bağışlanmayı bırakıp azabı satın aldılar.(4)Kimi suçlayabilirler?Mevlana’nın deyimiyle (onlar) “öyle kudretli bir Yaratıcıyla pençeleştiler ki , bu evren gibi yüz tanesini bir anda yoktan var eder.”(5)
Sırat yolunun aşağılarındaki ateşlere bakarsanız, zalimler gözlerinize takılır.Alaycılar cehennemdeki şu taşın, tanrıcıklar o tepenin arkasındaki ateşleri mekan tutarlar.
Sonra da şu yakıcı ideoloji kurucuları...Yüz binlerce genç, fikirlerine kapılarak kan dökmüş;sonsuzluğa hazırlanmadan göçüp gitmişti.Dünyaya huzursuzluk, ölüm ve kahroluş dağıtanlar, oralarda tutukludurlar...Bir çukura çakılacaklar; elsiz, ayaksız, kör kötürüm kalacaklardır.
Allah, onlara haksızlık etmedi , fakat onlar kendilerine zulmettiler(6) “Hiç kimseye haksızlık edilmeyerek, herkese her ne kazandıysa tamamen ödendiği zaman”(7) işte bu zamandır.
Kitleler cehennemin uçurumuna dayandıklarında, tarifsiz bir can pazarı yaşanır.İlahi hitap, yığınların sürüklenişini emreder.Herkes ateşte tutuşan kelebekler gibi kaçışmaya çalışmaktadır.göğüs kafesi çelik olsa, içerisinde kalp dayanmaz.
O gün, kötülüklerin liderleri, uçakları güneşe çakılan pilotlar gibidirler. “Firavun, kıyamet gününde halkının önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir.”(8) Herkes önderlerine, yol göstericisine tutuşturulmuştur.
İlahi Haşmet hiç bu kadar sert, böylesine öfkeli bir hışımla taşmamıştır.Özgürlükler harcanmış ; İblis’e verilen sözün zamanı gelmiştir. Yüzler gülemez , gönüller dikenler üzerindedir.Göklerden durmadan , “Girin bakalım, sonsuza dek kalmak üzere cehennemin kapılarında!” (9) emirleri yağmaktadır.
H.K., paralarına göz koyduğu komşularını öldürmek için arkadaşlarıyla plan yaptı.Kendisini gören üç yaşındaki küçük çocuklarıyla birlikte yedi kişilk aileyi katletti.Vicdanı ruhundan intikam almaya başlayınca , kendi kafasına kurşun sıktı.Kurtuldu mu? hesap günü onu kim kurtaracak?
Elsiz ayaksız sürünerek gizlenecek çukur arayan öteki zalim yokmu? Hani o hayattayken meydan okuyan savaşçı ... “Tutun onu da yaka paça , cehennemin ortasına sürükleyin.”(10) emrini duyan melekler koşuştururlar. Sonra da topluluklar halinde hepsini...Hz.Musa’yı , Hz.İsa’yı öldürmeye çalışanları da, Hz.Muhammed’e ölüm tuzakları kuranları da...İbadeti engelleyenleri , büyüklenen işkencecileri , ilahi mesajları gölgelemeye adanan şükürsüzleri... “Atın cehenneme her inatçı nankörü!”(11)
Bugün , Yaratıcının ayetlerinin başarısız kalması için planlar yapanların ceza günüdür ve cehennem onların yurdudur.(12)Onlar yalanlar uydurarak kullarını Allah’tan kopardılar; ateşe sürüklediler. “Bakın o Kibirlenenlerin kalacakları yere, o ne çirkindir!”(13)
Bir ömrün her gününde milyonlarca kez vazgeçme fırsatına sahiptiler .Direndiler, pişman olmadılar;şimdi neden ateşten çıkarılsınlar?(14) “Üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacak.”(15) O derinlerden artık çıkamazlar .Zaten ömrünü zindanlarda geçiren , karanlığa alışır.Cehennem de, sakinlerinin hücrelerine işler.
Ateşin / Azabın Şiddeti
Kur’an’ın benzetmelerine göre, cehennem “Yakıtı insanlar ve taşlar olan dehşetli bir ateştir.”(16)İnkarcılar o ateşe atılırlar; bedenleri eridikçe kendilerine yeni bedenler verilir.(17) Ateş sakinleri iğrendirici sıvılardan içmeye çalışırlar(18), cehennemin dibinden çıkan zakkum ağacından beslenirler.(19)
Yaratıcı azap dediği için ateş azaptır ve korkunç dediği için korkutur. Çünkü hisleri yaratan ve neyin hangi hisleri üreteceğini takdir eden Allah’tır. Ahirette sebepler kalktığına göre, hissetmek için tene veya sinir uçlarına mahkum değiliz.
Beden, taş toprak gibi hissizdir;hamurdur, çamurdur. Sebepler dünyasında, beden acıyı sinir uçlarından beyne ve ruha iletir. Bazen bir hastalıkla bu haberleşme sistemi bozulabilir. Küçük Ashlyn Blocker’ın vücudu acıyı beynine iletemiyor. Annesi “Bir çocuk kızgın sobaya dokunmamayı duyduğu acı sayesinde öğrenebilir;keşke kızım acı çekebilseydi.”diyor.(20)
Cehennem “Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. Öyle bir ateş ki gönüllere işler.(21) Ürperten, bu gönüllere işleyiştir. Sebepler evreninde ruh, maddeyi sinirler yoluyla algılar. Ahiret yurdundaysa, ruh bedenin her hücresini doğrudan ve yerinden hisseder. Vücudun her zerresi bir sinir, bir göz, ten veya kulak kesilir.
Cehennemin milyonlarca dereceye ulaşan ısılardan vücudun zerreleri dağılıp genişler. Adeta insan bedeni gaz molekülleri halinde boşlukta genişleyip cehennemin dev bir vadisini doldurur. Cehennemdeki inkarcının iki omuzu arasının hızlı giden bir süvarinin üç günlük yol mesafesi kadar olması(22) böyle bir şeydir. O ateşin bir anının hatırası bile, insanı bir ömür korkutmaya yeter. Biz ise çok zayıfız, iğne batsa icinecek insanlarız. Dünyada, kabirde ve kıyamette en küçük azabından Yaratıcıya sığınırız.
Ateşten sıvalar, zakkum ağaçları, yılan, akrep gibi ürperti imajları acının bir yönünü örerler. Acının diğer yönü, sakinlerin orada dostsuz ve kimsesiz kalmalarıdır. İnsan dostlarıyla teselli bulur ve hayatın zorluklarına direnebilir. Ama, dünyadaki dostluklarıyla birbirlerini cehenneme sürüklediler, birbirlerinin ocağını batırdılar;cehennemde nasıl dost olabilirler?
Defalarca birbirleriyle tartışırlar;(23)saptırıcılarına nefret kusarlar. “Ateş içinde birbirlerini protesto ederlerken, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara: ‘Hani bizi siz yönetiyordunuz. Şimdi siz bizden bir ateş nöbetini savabiliyor musunuz?’”(24)derler. Kötülüklerin liderleri dünyada birer sığınak gibiydiler, güçlü görünüyor, taraftarlarına güven hissi sunuyorlardı. Burada ise herkesten çaresizdirler.
Bazıları da vardır ki, dünyada sadece duyarsız ve ilgisizdiler. Çalıp çırpmamışlar;ama, Allah’ı tanıyıp bilme ve inanma yolunda çabalamamışlardır. Allah katın zerre iyilikleri, nurları yoktur;inkarcılıkları evreni itham altında bırakmış ve rencide etmiştir. Böyle kimselerin cehennem hayatı elbette Nemrut veya Firavun gibilere benzemez. Asıl şiddet, şeytan gibi bile bile, göre göre, anlaya anlaya, sırf kibir yüzünden isyanı seçenleri kuşatacaktır.
Yaratan adildir; her cezanın şiddeti, suçların büyüklüğüyle orantılıdır. Mevlana, Muhiddin-i Arabi, Bediüzzaman gibi düşünce önderleri , cehennemde bile rahmet tecellilerinden söz ederler. Hz.Peygamber de (asm) cehennemliklerin derecelerinden söz ederek, ateşin bazılarını topuklarına, bazılarını da köprücük kemiğine kadar saracağını söyler. (25) Şu dünyada niceleri, hastalanmanın, görememenin, felçli halde evlerine hapsolmanın acısına alışırlar. Kutuplarda Eskimolar soğuğu, çöllerin kabileleri susuz sıcağı kanıksarlar. Buzlarda, ateşlerde mutlulukla yaşayabilen canlılar vardır. Allah cehennem ateşinde nice rahatlamalar yaratabilir.
Bazılarının ilahi tebliğden hiç haberi olmamıştır. Köylerinde cehalete batmış, Afrika’nın uzak kabilelerinde eğitimsiz ve bilgisiz kalmış olabilirler. Hak ve son din İslamdır;ama, bilip anlamayanları Allah suçlamaz.124 bin peygamber boşuna gönderilmedi.(26) Azapları yoksa da, yüksek ihtişamlarda ödüllendirilmelerini gerektirecek bir sebep de yoktur.
Öyle insanlar, belki cehennemde, belki cennette;belki de cehennemle cennet arasındaki Araf denilen topraklarda, durumlarına uygun, çileli veya çilesiz hayatlarda yaşarlar. İdrak eksikliği içerisinde, suç işleme kastından uzak ve iyi niyetli çabalarla yaşamış kullarını ateşlerde süründürecek bir Allah fikrine sahip değilim. Allah adildir ve rahmeti gazabını geçmiştir…
HAŞİYE:
1-Mevlana, Fihi ma fih, s.195
2-Arabi, el-Fütühat IV, 393 , 394’dan naklen TDV İslam Ansiklopedisi, C.7, s.230
3-Kur’an, Fussilet 28
4-Kur’an, Bakara 175
5-Mevlana, Mesnevi, c.1, s .42
6-Kur’an, Al-i İmran 117
7-Kur’an, Al-i imran 25
8-Kur’an, Hud 98
9-Kur’an, Nahl 29
10-Kur’an, Duhan 47
11-Kur’an, Kaf 24
12-Kur’an, Hacc 51
13-Kur’an, Mümin 76
14-Kur’an, Casiye 35
15-Kur’an, Beled 20
16-Kur’an, Bakara 24
17-Kur’an, Nisa 56
18-Kur’an, İbrahim 16
19-Kur’an, Saffat 62-66 Söz konusu irin gibi sıvının veya zakkum ağacının cehennem ortamına uyan niteleğini ve ne tür vucutlardan yapıldıklarını bilmiyoruz.
20-Milliyet, (02.11.2004)Aynı hastalığa 32 kişinin yakalandığı biliniyor.
21-Kur’an, Hümeze 6-7
22-Müslim, Hadis No:5091
23-Kur’an, Sad 64
24-Kur’an, Mumin 47
25-Müslim, cennet 33
26-Ku’ran yorumcularının çoğuna göre azap ilahi rehberliğini bilerek reddedenler içindir.Kimi islam düşünürlerine göre de gazaba uğrayacaklar, “Allah’ın mesajından tam haberdar olup anladığı halde kabul etmeyenlerdir.” Bk.Muhammed Esed , Kur’an mesajı( Meal ve Tefsir, Çev. C.Koytak, A.ertürk;işaret yayınları., 2002) s.2. Hırsızlığın , cinayetin, ahlaksızlığın cezalandırılması ise kul hakkıyla ilişkili ayrı bir konudur.
Kalıcı Bağlantı (0) Yorumunuzu eklemeyi unutmayın!
23/1/2007 · Kategori: Ahiret
Sırat Köprüsü üzerine
İzmir’den okuyucumuz: “Sırat Köprüsü nedir? Mecazî midir? Yoksa gerçekten var mıdır? Kesilen kurbanların sahibine sırat köprüsünü geçerken binek olmasının hikmeti nedir?”
|
Âhiretin deresini, tepesini, düzlüğünü, yokuşunu, köprüsünü, yolunu, yordamını, terazisini, mizanını, ateşini ancak dünyadaki benzerleriyle kavrayabiliriz. Başka türlü kavrama imkânımız yok. Görüş ufkumuz dünyadaki benzerleriyle ve sembollerle çevrili. Âhiretle ilgili haberlerde yer alan uhrevî maddelerin sûretini ve şeklini mânâ itibariyle kavrayabilmemiz için dünyadaki benzerleriyle ifade etmek zorunluluğu var. Âyetlerde ve hadislerde âhireti ve içindekileri anlayabilmemiz için böyle ifade edilmiştir. Meselâ mahşerdeki terazi elbette bakkal terazisi şeklinde olmayacak. Kaldı ki dünyada bile şekil itibariyle biri diğerine benzemeyen çok farklı biçimlerde teraziler söz konusu. Hatta aynı bakkal dükkânında, o eski bildiğimiz klâsik teraziden tutun, farklı boy ve ebatlarda ve farklı ölçeklerle çok sayıda elektronik terazi örnekleri görmek mümkün. Öyleyse mahşerde sevap ve günahımızı tartan bir teraziden söz edildiğinde, çok hassas ölçüleriyle sonsuz duyarlıklı bir tartı âletinin bulunduğunu anlarız, gerçek şeklini görmeyi âhirete bırakırız.
Sırat köprüsü için de aynı bakış açısı söz konusudur. Sırat Köprüsü, Cehennemin karanlık ve dev alevleri üzerinde kurulmuş, dehşetli, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. (“kıldan ince, kılıçtan keskin” ibaresi sırat köprüsünün çok hassas bir ayar içinde olduğuna ve dehşetine işâret eder.) Buradan herkes geçecektir. Çünkü Cennetin yolu Sırat köprüsünden geçer. Cennete giden de, Cehenneme düşen de bu köprüye uğrar. Bu köprüden geçerken günahkârlar ve kâfirler ayakları sürçerek dev ateşe düşerler. Mü’minler ise amellerine göre belirli hızlarda bu tehlikeli köprüyü geçerler. Peygamber Efendimiz’in (asm) bildirdiğine göre bu köprüden ilk geçecek olanlar Peygamber Efendimiz (asm) ve ümmeti olacaktır. Sonra diğer ümmetlerin salih amelleri sayesinde sırat köprüsünü sür’atle geçeceği bildirilmiştir.1
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri insanın bir yolcu olduğunu beyan eder ve “Sırat”ı yolculuğun zorunlu uğrak yerlerinden birisi olarak zikreder. Bedîüzzaman, insanın, âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihanda hiç durmadan yürüyen bir yolcu olduğunu kaydeder.2
Sırat ile ilgili Peygamber Efendimizi (asm) dinleyelim:
“Kıyamet Gününde insanlar bir araya toplanacaklar. Rabbimiz: ‘Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün!’ buyuracak. Artık kimi güneşin, kimi ayın, kimi taptıkları tâğûtların peşine düşecekler. Yalnız bu ümmet, içlerinde münâfıkları da olduğu halde yerinde kalacak. Allah onlara: ‘Ben sizin Rabbinizim!’ buyuracak. Onlar da: ‘El-Hak, Sen bizim Rabbimizsin!’ diyecekler. Allah Teâlâ’nın onları dâvet buyurması üzerine dâvete uyacaklar. Cehennemin tam ortasına Sırat (köprü) kurulacak. Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek ben olacağım. O gün dehşeti ve korkusu sebebiyle peygamberlerden başka hiç kimse konuşamayacak. Peygamberlerin o günkü kelâmları da: ‘Allahümme sellim, sellim’ (Allah’ım esenlik ver, Allah’ım kurtar!’ olacaktır. Cehennemde sa’dân dikenlerine benzer çengeller vardır. Bu dikenlerin ne kadar büyük olduklarını ancak Allah bilir. (Değişik rivayetlerde: Onlara, ‘Nurunuzun miktarına göre kurtuluşa koşun!’ denilir. Mü’minlerin kimi göz kırpacak kadar zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi ala-yörük cinsi bir at gibi, kimi deve gibi sür’atle geçerler. Nihayet nûru yalnız ayaklarının baş parmağında olarak verilen kimse yüzü koyun yürüyerek elleri ve ayaklarıyla emekler ve bir kolunu çekse öteki kolu, bir ayağını çekse öteki ayağı takılır ve kurtuluncaya kadar ateş yanlarına çarpar durur. Kimi yürüyerek, kimi karnı üstünde sürünerek geçer de: ‘Yâ Rab! Beni neden bu kadar geç bıraktın?’ der. Cenâb-ı Rabbü’l-âlemin: ‘Seni geç bırakan kendi amelindir!’ buyurur. O gün münafıklar, iman edenlere, ‘Lütfen bizi bekleyin de, nurunuzdan biz de istifade edelim’ derler. Fakat kendilerine: ‘Geriye dönün. Nûru orada arayın’ denilir.) Bu çengeller insanları kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar. Bunlardan kimi kötü ameli dolayısıyla helâk olur. Kimi hardal gibi ezildikten sonra kurtulur. Nihayet, Allah ateşe girenlerden kimlere rahmet buyurmayı dilemişse onları çıkarır. Meleklere, dünyada iken Allah’a ibadet etmiş olanları çıkarmalarını emreder. Melekler de onları çıkarır. Melekler onları secde izlerinden tanırlar. Allah Teâlâ secde izlerini yiyip mahvetmeyi Cehennem ateşine haram kılmıştır. Cennet ile Cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır. Ki o, Cennete gireceklerin sonuncusu olacaktır. O kimse:
‘Ya Rab! Yüzümü şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor. Alevi beni yakıp duruyor’ diyecek. Adamcağız mütemadiyen duâ ve niyaz yapmaya devam edecektir. Sonunda Allah Teâlâ:
‘Bu senin dediğin yapılacak olursa, acaba başka bir şey istemeyecek misin?’ buyurur. Adam:
‘Celâl ve İzzetine yemin olsun ki, hayır!’ diyecek. Allah onun yüzünü Cehennem ateşinden Cennet’e doğru döndürünce Cennet’in güzelliğini görecek. Başlangıçta bir süre hayâ ettikten sonra: ‘Ya Rab, beni Cennetin kapısına yaklaştır’ diyecek.
Allah: ‘Evvelce başka bir şey istemeyeceğine dair yemin etmiş değil miydin?’ diyecek. Adam: ‘Ya Rab! Mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım’ diyecek. Allah:
‘Bunu da verirsem başka bir şey isteyecek misin?’ diyecek. Adam:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, hayır!’ diyecek.
Cenâb-ı Allah onu Cennetin kapısına yaklaştıracak. O kimse, Cennetin kapısına varıp da, Cennetteki eşsiz güzelliği ve letafeti, içindeki hadsiz sevinci ve neşeyi görünce, bir süre utancından susacak, ama sonra:
‘Yâ Rab! Beni içeriye sok!’ diye duâ edecek. Allah:
‘Behey Âdemoğlu! Sen ne sözünde durmaz kimsesin! Sen verdiğimden başka hiçbir şey istemeyeceğine dair yemin vermiş değil miydin?’ buyuracak. Adam:
‘Ya Rab! Mahlûkatının en bedbahtı olmayayım’ diyecek ve duâ ve niyazına ısrarla devam edecek. Nihayet Cenâb-ı Hak, onun da Cennete girmesine izin verecek. Ona:
‘İste!’ buyuracak. O da uzun boylu isteklerini dile getirecek. Ne arzu ediyorsa isteyecek. İstekleri bitince, Allah Teâlâ: ‘Bunlardan başka şunu da, şunu da, şunu da, bunu da iste!’ buyuracak. İsteyeceği güzel şeyleri Cenâb-ı Hak onun aklına getirecek. Nihayet adam bunları da isteyecek. Adamın istekleri bitince Allah Teâlâ:
‘Bunların hepsi ve on misli kadar isteklerin hepsi senindir’ buyuracak.”3
Allah için kesilen kurbanların Sırat üstünde sahiplerine burak gibi binek olacakları müjdesi, yapılan ibadete Allah’ın vermeyi vaad buyurduğu bir mükâfattır.4 Takdir Yüce Allah’ındır.
HAŞİYE-Dipnotlar:
1- İbn-i Mâce, Zühd, 33
2- Sözler
3-Buhârî, 2/450
4-Sözler
23/1/2007 · Kategori: Ahiret
Cellatın ahiretteki durumu
Akhisar’dan : “İnfaz memurunun (cellatın) ahiretteki durumu ne olacaktır?”
|
İnfaz memuru adaletin hizmetindedir. Eğer adalet adalet olsa, infaz memuru da görevini öfke ve intikam hırsıyla değil; adlî bir görevi yerine getirmek maksadıyla yapsa, bundan dolayı günahkâr olmaz. Günahkâr olmadığı bir davranıştan dolayı da mahşerde hesaba çekilmez.
Fakat görevi esnasında görevine intikam hırsını ve öfkesini karıştırsa, bu onu mesul duruma düşürür. Acıma duygusunu ön plana alıp adaletin emrini geciktirirse de, yine mesul duruma düşer.
Yani bir infaz memuru acıma duygusu ile hareket edip adaletin gereğini yapmaktan kaçınmamalı. İntikam hırsı ile hareket edip görevini kişiselleştirmemeli. Görevini Allah’ın Adl ismi namına yapmalı. Olması muhtemel günahlardan da Allah’a sığınmalı.
Bediüzzaman Hazretlerinin Mektubat isimli eserinde aktardığı şu vakıa da konumuza ışık tutmaktadır: “Bir zaman bir hâkim bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.”
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 21 ziyaretçi (26 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
|